“Tükürsünler böyle soylu mücadelenin içine!”

“Tükürsünler böyle soylu mücadelenin içine!”

17461Türk Eğitim-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip GEYLAN, Eğitim Bir-Sen Genel Merkezi’nin 18.09.2013 tarihli “Yönetici Atama Haberlerinde Amaç Eğitim-Bir-Sen Üyelerinin Önünü Kesmek mi?” açıklamasına, “Tükürsünler böyle soylu mücadelenin içine!” diyerek yanıt verdi.

YÖNETİCİ ATAMA HABERLERİNDE AMAÇ, EĞİTİM-BİR-SEN ÜYELERİNİN ÖNÜNÜ KESMEKMİŞ !

 

Eğitim kamuoyu çok yakından, ibretle ve tiksintiyle takip ediyor ki; kurum müdürü atamaları için yapılan mülakat sınavlarında hergün yeni bir skandala imza atılıyor.

Ar duygusundan nasibini almamış olanların; hak, adalet ve liyakat ilkelerini yok sayarak yaptıkları sözde değerlendirmelerle hayat verdikleri sipariş atamalar artık ayyuka çıkmış durumda.

Yıllardır, demokrasi ahlakını içselleştiremediğimiz olan siyaset ve bürokrasi hayatımızda suistimale, adam kayırmacılığa, yandaş kadrolaşmaya ve torpile aşiyanız.

Ancak, sanırım, bu zamanlarda yaşadıklarımıza tarihimizde hiç rastlanılmamıştır.

Evet, iktidara gelen her siyasi partinin, kendine yakın kadro oluşturması ve politikalarını bu kadro ile icraata koyma arzusu siyasi hayatımızın sıradan refleksi olmuştur.

Toplum olarak da bu refleksi kanıksamış durumdayız aslında.

Ancak, hiç bu kadar “yağma” mantığıyla iş görüldüğüne şahit olunmamıştır.

Öylesine tatmin edilemez bir ihtirasla karşı karşıyayız ki, “benden olmayanlar ekmeksiz kalsın, bana tabi olmayanlar su dahi içmesin” gibicesine bir şehvet durumu sözkonusu.

Başarılı, liyakatli ve işgal ettiği görevi hakkıyla yapacak yandaşların makamlara getirilmesi de bir yere kadar kabul edilebilir.

Adam haklıdır(!), “Kardeşim bana destek olana ben de destek veririm. Bal tutan parmağını yalar. Tekkeyi bekleyen çorbayı içer…” der ve borusunu öttürür.

İyi de kardeşim, yandaş kayırmanın da bir raconu olmasın mı?

İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin oluşturduğu komisyonların yaptığı sözlü sınav sonuçları ortaya çıktıkça rezaletin boyutunu görüyoruz..

İşte size birkaç örnek:

Kırıkkale’de yazılı sınavdan 86,86 puan alan ve yazılı sınav birincisi olan Türk Eğitim-Sen üyesine sözlü sınavda 34 puan veriliyor; yazılı sınavda onuncu sırada bulunan yandaş sendikanın üyesine ise sözlü sınavdan 100 puan veriliyor.

Hatay’da yazılı sınavda 92 puan alarak Hatay il birincisi olan Türk Eğitim-Sen üyesine sözlü sınavda 42 puan veriliyor ve mülakat sınavında Hatay sonuncusu oluyor. Ancak aynı sınavda yandaş komisyon üyesi olan bir kişi ile akrabalığı olan adaya ise sözlü sınavda 99,20  puan veriliyor.

Karabük’te mülakat sınavına giren adaylardan üç tanesi 100 tam puan alıyor. Kim bunlar? Tabi ki, üçü de görevlendirme şube müdürü ve üçü de yandaş sendika üyesi.

Bursa’da yazılı sınavı kazanıp mülakata giren 214 idareci adayından 90 üzeri en yüksek puan verilen 75 adaydan 71’i yandaş sendika mensubu.

Bunlara benzer düzinelerce örneği sıralayabiliriz…

Şimdi bu örneklere bakıp şöyle bir yorum yapılabilir mi?

Efendim yandaş sendika üyelerinin yazma becerileri çok gelişmiş olmadığı ve çoktan seçmeli test sınavlarında panik atakları tutuğu için yazılı sınavlarda yeterince başarılı olamamaktadırlar. Ancak zeka kapasiteleri çok yüksek olan ve emsallerine oranla üstün yeteneklerle donanmış bulunan bu arkadaşlarımızın, dil becerileri üst düzeyde olduğu için mülakat sınavlarında harikalar yaratmaktadırlar. Bundan dolayı Yandaş-Sen mensuplarının sözlü puanlarının tavan yapması doğaldır.

Öte yandan, bunların dışında kalan diğer adaylar ve özellikle Türk Eğitim-Sen üyeleri, her ne kadar öğretmen olma yeterliliklerine sahipseler de; bir idarecide bulunması gereken kendini ifade edebilme ve bildiğini muhatabına sözlü olarak aktarabilme yeteneğinden mahrum olduklarından, yazılı sınavlarda il birincisi dahi olsalar mülakatlarda yerlerde sürünmektedirler. Bundan dolayı da bu arkadaşlarımızın sözlü sınav puanlarının, onların atanmalarına engel teşkil edecek seviyelerde sürünüyor olması da doğaldır!

Traji-komik değil mi?

Ama işte son haftalarda yaşadığımız sürecin özeti bu işte!

Evet;

Bütün Türkiye’nin bildiği, gözüyle gördüğü, kulağıyla işittiği ve tüm uzuvlarıyla kahır okuduğu bu apaçık rezil gerçeğe rağmen; birileri çıkıyor ve hala hak, adalet, liyakat ve ahlaktan dem vurabiliyor.

Bu birileri bir de bilimum yerlerine bulaşmış olan karalarını aklamak için, “Örgütsel güçlerini bireylere iltimas geçmek için kullanan sendikalardan” olmadıkları iddiasını süslü kelimelerle yüzsüzce ifade etmeye çalışıyorlar.

Bu iddialarındaki tek doğru cümle, örgütsel güçlerini kullanmadıklarıdır.

Çünkü olmayan bir gücü kullanamazsınız zaten.

Eğitim çalışanlarının başı üzerinde şımarıkça dolandırdığınız hoyratlığın, sırtınızı dayadığınız ağa babalarınızın gücü olduğunu siz de en az bizim kadar biliyorsunuz.

Bir sendikanın, sadece üyelerinden alarak sahip olması gereken örgütsel gücün, zerre-i miktarının sizin mahalleye hiç uğramadığını çok iyi biliyoruz.

Neyse…

Soylu Rezillik

Gelelim malum sendikanın gündemdeki meseleyle ilgili günah çıkarma zırvalarına:

“Mülakat sonuçları üzerinden üyelerimize ve sendikamıza yönelik itham ve iftiralarda bulunulmakta; bir kaç il ve kişi üzerinden kaleme alınan haber ve açıklamalarla sendikamız karalanmaya çalışılmaktadır”.

Şu gevelemeye bakar mısınız?

Doğru;

Bu yazıda, sadece birkaç ildeki ahlaksız uygulamalara örnek vermeye çalıştık.

Bunlar gibi onlarcasını daha sıralayabiliriz.

Soylu mücadele iddiasındaki sendikanın açıklamasına ne denir?

Sanki, ahlaksızlığın birkaç il ve birkaç kişi ile sınırlı olması yapılan ahlaksızlıkları meşrulaştırıyor!

Tükürsünler böyle soylu mücadelenin içine!

Kaldı ki, bu sözde sendikanın yöneticileri de yaşanan gerçeği çok iyi biliyorlar aslında.

Hemen hemen her ilde, kendilerine kul köle ettikleri vekil idareciler üzerinden yedikleri naneler ayyuka çıkmış durumda.

Tüm bunlara rağmen çıkıp “Eğitim-Bir-Sen olarak, mülakat sürecinde üyelerimizin kayırılması için hiçbir girişimde bulunmadık, bulunmayacağız.” şeklinde yuvarlanan lakırdılar kargaları bile cezp etmiyor.

Kardeşim, bir halt yiyorsunuz; bari herkesin malumu olan ve milletin gözüne soka soka yaptığınız dolanı inkar etme aymazlığına düşmeyin.

Hem üyelerinizi rezil ediyor, hem de komik duruma düşüyorsunuz.

Ya yaptığınızın arkasında durun delikanlı desinler, ya da susun adam sansınlar!

Susun.

Ve sinsi köşenizde gayr-i ahlaki arzularınızı tatmin etmeye devam edin.

Ayrıca bu çok soylu(!) mücadelenin temsilcisi sendikacılara sormak lazım;

Madem üyelerinizin “kariyer ve liyakatiyle okul müdürlüğünü fazlasıyla hak eden ve ilgili mevzuatta belirtilen şartları taşıyarak ataması yapılan/yapılacak kişiler” olduğuna inanıyorsunuz;

O halde neden komisyonların kendi üyeleriniz/tetikçileriniz arasından oluşturulması ve hatta beğenmediğiniz komisyon üyelerini Bakanlık bürokratları üzerinden değiştirme gayreti içerisinde bulunuyorsunuz?

Neden, hazırladığınız sınav kitapçıkları sayesinde dört dörtlük yetiştirdiğiniz müdür adayı üyelerinizden yazılı sınavlarda çakanların, sözlü sınav puanlarıyla hormonlanmasını sağlıyorsunuz?

Yandaş-Sen’in iddiasına göre, üyeleri ancak birbirleriyle yarışmaktaymış!

İşte bu da bir başka nadir doğrularından:

Çünkü, bu arkadaşlarımızın yarıştan anladığı; her türlü kumpas ve gayr-i ahlaki metodla kendilerinden başkasına yaşama şansı vermeyen; her türlü ahlaki, vicdani, insani ve manevi değer ölçütünü kendi çıkarlarının gerisinde bırakarak “Ben” diyen bir anlayışla herkese saldırmaktır.

Böylesi bir zeminde, kendilerinden başkasına fırsat ve imkan tanınmadığı için, doğal olarak Yandaş-Sen üyeleri sadece birbirleriyle yarışmaktadır.

Zaten bileğinin hakkı ve bilgisinin gücüyle sınavlarda başarılı olan, hatta bulunduğu ilde birinci sıraya yerleşenleri dahi sözde mülakat sınavı puanlarıyla yarış dışı bırakmaktalar.

Düşünebiliyor musunuz; Kırıkkale’de Türk Eğitim-Sen’li Ali Vurgun’a mülakattan 40 puan verilse ataması yapılacak. Olur mu hiç! Verirsin 34 puanı, Öğretmen Ali çakılıverir oturduğu yere.

92 Yazılı puanıyla Bartın il birincisi olan Türk Eğitim-Sen üyesi Erdal Tunçtürk’ün orta seviye bir sözlü puanı olsa müdür olarak ataması yapılacak. Aradan kaçmasına fırsat verilir mi? Basarsın 57,6 sözlü puanını, o da alır hava gazını!

Ey Türk Eğitim-Sen’li Şemsettin Sungur, sen misin 88,53 puanla Sivas’ın en yüksek yazılı sınav sonucunu alan; mülakatın dibine gömerler, ondan sonra nah atanırsın!

İşte kıymetli okuyucular;

Durum bu derece vahim, bu derece utanılacak halde!

Dindarlık mı, din(i)darlık mı?

2013 Türkiye’sinde kendini; ahlaktan, maneviyattan, inançtan referans alarak tanımlayanların marifetleri bunlar.

Yukarıda ülkemiz ve eğitim camiası adına utançla ifade etmeye çalıştıklarımız birer ahlaksızlık örnekleridir.

İki cihan güneşi Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) buyuruyor ki, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”.

Yani ahlakın rafa kaldırıldığı, sümen altı yapıldığı yerde/işte; ne maneviyat olur, ne inançtan bahsedebilirsiniz, ne de dindarlık iddiasında bulunabilirsiniz.

Bir haber sitesinde yayınlanan söyleşisinde ilahiyatçı Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu diyor ki, “İslami Dünya görüsünde, ferdi ve toplumsal ilişkilerde esas alınması gereken en üst değer ADALET, onun ardından da EHLİYET ve LİYAKAT gelir. Dünya görüşünün yakınlığı, İslami değerler arasında yer alan bir değer değildir. Bilakis bu dini ayrımcılık anlamına gelir ki haksızlığın ta kendisidir. Hele hele sırf akraba, tanıdık ve yakın olduğu için birisini göreve almak, bu göreve ehil olanların hakkını yemek anlamına geleceği için günah ve haram olmaya aday bir uygulamadır. Bu gibiler DİNDAR değil olsa olsa “DİN(İ)DAR’dırlar.”

Hoca ne güzel özetlemiş değil mi?

Alın bunu yapıştırın birilerinin üzerine. İnanın hiç sırıtmaz!

Yine Nisa suresinde yüce Yaradan kullarına şöyle sesleniyor: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Sanırım bazıları için ayette bahsi geçen;

İşi ehline vermek; yandaşa, taklacıya ve hizmetkara vermek olarak anlaşılmış!

Bunların, “Adaletle hükmedin” emrinden anladıkları, “kendinize teslim olmayanların hakkını gasp etmek kul hakkı kapsamına girmez;  yontun kendinize yontabildiğiniz kadar; size utanmak yok, ayıp yok, günah yok! Sizler, diğer sıradan Müslümanların sorumlu olduklarından münezzeh tutulmuş imtiyazlı Müslümanlarsınız” şeklinde bir mealmiş!

Ey maneviyatçı, mütedeyyin ve muhafazakar olduğunu iddia eden sendikacılar;

Ey, “Eğitim-Bir-Sen’e ve üyelerine din, adalet, vicdan ve dindarlık sorgulaması yapılmasını makul görmemiz beklenmemelidir.” diye racon kesen çakma kabadayılar;

Şimdi cevap verin:

Yukarıda anlattığımız, örneklediğimiz hangi durum iftiradır, yalandır, gerçek dışıdır?

Bu yazıda iddia ettiğimiz hususların hangisi uydurmadır?

Ahlakın ve liyakatin yerlerde sürüm sürüm süründüğü sözde mülakat sınavlarında, komisyon üyesi olarak görev(!) yapan pek sayın yöneticilere, bu çirkin kumpasın mimarlarından olan ve bu haydut düzeninden nemalanan sözde sendikacılara ve bu ahlaksızlığı görmezden gelerek ve susarak onaylayan sayın Bakan ve bürokratlarına sormak hakkımız değil mi;

SİZ, NEYE İNANIYORSUNUZ?

 

Talip GEYLAN

twitter: @TalipGeylan

http://facebook.com/talip.geylan.7

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir