Muhteşem Yüzyıl’dan Sarı Selim’e…

Muhteşem Yüzyıl’dan Sarı Selim’e…

huseyinozer

Muhteşem Yüzyıl’ı izliyor musunuz? Hani şu Star Tv’de Çarşamba akşamları yayınlanan televizyon dizisi… Kendinizce haklı sebeplerle izlemiyor olabilirsiniz. Olayları çarpıttığını, reyting uğruna tarihte çeşitli büyük işler yapmış önemli şahsiyetleri günümüze yanlış aktardığını söyleyebilirsiniz. Bunların tamamına hak veririm.  Fakat bu dizinin Türkiye gündeminde önemli bir yere sahip olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir zaman önce Başbakan’ın eleştirilerine mazhar olan dizi, şimdilerde cemaate mensup din adamlarının da hedefi haline gelmiş. İnternette bir haber başlığı: “Muhteşem Yüzyıl lanetli mi? Cübbeli Ahmet Hoca açıkladı” Başlığın altında açıklaması veriliyor: “Cübbeli Ahmet Hoca adıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü Hürriyet Gazetesi’nden İzzet Çapa’nın sorularını yanıtladı. Gündemden magazine birçok konuda konuşan Cübbeli’nin Muhteşem Yüzyıl dizisi hakkında söyledikleri dikkat çekti. İşte Hürriyet Gazetesi’ndeki röportajdan bir bölüm:

“Diziyi lanetlemedik, lanet Allah’tan gelir”

-Bağlı olduğunuz İsmailağa Cemaati’nin “Muhteşem Yüzyıl”ı lanetlediği söyleniyor…

-Biz cemaat olarak diziyi, oyuncularını lanetledik diye bir durum söz konusu olamaz. Ancak Allah lanetleyebilir. Fakat bu dizi İslam’a, Kuran’a ve sünnete uygun değildir. Bak güzel kardeşim, ruhaniyetler ölmez. Kanuni gibi bir zatın ahı alınırsa daha kötü olur. Onların ruhaniyetleri de bundan muzdarip olup devreye girmiş olabilir. Lanet Allah’tan gelir.”

Muhteşem Yüzyıl ile ilgili tartışmalar daha çok sürüp gider gibi görünüyor. Ben de tartışmaya “sendika penceresi”nden bakmak istedim. Okul yıllarında Tarih dersini biraz dinleyenler bilir. Derse gerekli önemi göstermeyip şimdilerde diziyi takip edenler de biraz da olsa anlamıştırlar. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçen oğlu II. Selim yani namı diğer “Sarı Selim”in devlet yönetiminde babası kadar başarılı olamadığı bilinen bir gerçektir. Halbuki babasından 14.892.000 kilometre kare olarak devraldığı imparatorluk topraklarını, 15.162.000 kilometre kare olarak bırakmıştır. Demek ki bazı işlerde başarılı kabul edilmek için, devraldığın şeyi bir kademe yukarı çıkarmak yeterli olmuyormuş. Şimdi dönelim günümüze. Muhteşem Yüzyıl, Kanuni, Sarı Selim… bütün bunların sendikayla, sendikacılıkla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Hemen açıklayayım. Memur sendikacılığında “Muhteşem Yüzyıl” Türkiye Kamu-Sen’in yetkili olduğu dönemdir. Peki şu andaki dönem nedir? Yani Memur-Sen’e ait sendikaların yetkiyi elinde bulundurduğu bu yıllar? O da “Sarı Selim” dönemidir. Zaten bu sendikamsı yapı memurdan çok işverenin haklarını savunduğundan dolayı çoğu memur tarafından “Sarı Sendika” olarak nitelendirildiği için bu yakıştırma tam adresini bulmuştur.  Memur sendikacılığının “Sarı Selim” döneminde yani “sarı sendika”nın yetkili olduğu dönemde olup bitenleri bir hatırlayalım. Anayasa değişiklik paketi milletin önüne geldiğinde feryat figan “yetmez ama evet” diye milletin aklını bulandırdılar.  Sonuçta paket çıktı. Paketten ne kazanım sağladılar? İki yıl sonra, yani bu yıl neden böyle davrandıkları açığa çıktı. Hükümetin desteğini alıp, kendilerine özgü çeşitli yöntemlerle yetkiyi ele geçiren yandaş “sarı sendika” bu yıl pazarlık masasındayken diğer iki konfederasyonun haberi olmadan ve görüşme süresinin bitmesine daha günler varken, toplu sözleşme sürecinde hükümetle tek başına oturup mutabakat zaptı imzaladı. Sonra ne oldu? Bir de baktık ki bu elemanların altına imza attıkları zam oranı hükümetin ilk teklif ettiği orandan bile düşükmüş. Hayda!.. Yangından mal kaçırır gibi, sanki gazetecilikte haber atlatır misali diğer konfederasyonları hiçe sayıp, hükümetle tek başına masaya oturmak gibi garip bir iş yaptılar. Ama bu işi de yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Peki ne olacak şimdi? Maalesef yapacak bir şey yok. Çünkü daha önce “yetmez ama evet” dedikleri anayasa paketi kapsamında yapılan yasal değişiklik ile yetkili konfederasyon eğer mutabakat metnini imzalar ise diğer sendika ve konfederasyonların bunu hakem heyetine götürme yetkisi bulunmuyor. Yani? Yanisi 2 yıllık süre için Memur-Sen’in imzası bir şamar gibi memurların yüzünde patlamıştır.  Peki geçtiğimiz yıl (2012 yılı) toplu sözleşme sürecinde ne yapmıştılar hatırlıyor musunuz? Hatırlamayanlar için hatırlatalım. Geçen yılki toplu sözleşmelerde Memur-Sen de zam oranını yeterli bulmadığından, toplu sözleşme sürecine katılan 3 konfederasyon (Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen, KESK) hep birlikte kamu görevlileri hakem kuruluna gittiler.  Hakem kurulunda Memur-Sen kontenjanından toplantıya katılan üyenin, diğer konfederasyon temsilcilerinin aksine 2012 yılı için hükümetin teklifi olan %4+4’lük zam oranını kabul ettiği ortaya çıkmıştı. Her ne kadar bu iddiayı Memur-Sen kabul etmese bile görünen köy kılavuz istemezdi ve her şey ayan beyan ortaya çıkmıştı. Toplu sözleşmeler iki yıldır yapılıyor ve iki yıl üst üste Memur-Sen memuru masada satmıştır. Bunun başka izahı yoktur.

İğneyi biraz da kendimize batırma sırası geldi değil mi? Bu yazıyı okuyan değerli memur arkadaşım. Bütün bu toplu sözleşme süreçlerini iki yıldır takip ediyorsunuz. Memur-Sen’in memuru masada sattığını görüyorsunuz. Peki siz bu olup bitenleri iş yerinizde çalışan Memur-Sen üyesi arkadaşlarınıza izah etmiyor musunuz? Diyeceksiniz ki onların gözü, kulağı, aklı yok mu? Vardır elbet. Ama davetsiz olarak tek başına bizim sendikamıza gelip üye olmaya çekiniyor olabilir.  Siz neden bu iş için vesile olmuyorsunuz? Önümüzdeki yıl toplu sözleşme yok. Çünkü 2014 için de zam oranları bu yıldan belirlendi. Ama biz boş durmayalım, sonraki toplu sözleşmede artık yetki bizde olsun. 2015 yılı da bizim için, kamu çalışanları için haklarımızın masada satıldığı yıl olmasın. Şimdi sızlanma, şikayet etme zamanı değil. Şimdi yeniden kamu çalışanlarına “Muhteşem Yüzyıl” yaşatma zamanıdır. Herkes işyerinde arkadaşlarıyla görüşmeli, yapabildiği kadar çok Türk Eğitim-Sen üyesi yapmalıdır. Allah yardımcımız olsun…

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir