Aslında biz de o zaman kaybetmiştik!

Aslında biz de o zaman kaybetmiştik!

4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu gereği her yıl mayıs ayında belirlenen yetkili sendikaları belirleme sürecinde resmi olmayan rakamlara göre yetkili sendika belirlenmiştir. Hakkı tutup kaldırmayı şiar edinmiş, layıkıyla çalışıp başarılı olanları kutlamak Türk Eğitim-Sen olarak sorumlu sendikacılığımız gereğidir.

Bu sonuçtan almamız gereken dersleri çıkaracağımızı ve daha da çok çalışıp eğitime ve eğitim camiasına fayda sağlamanın yollarını arayacağımızı kamuoyunun bilmesini isteriz. Takdir Yüce Milletimizindir.

Pekâlâ, sendika nedir? Nasıl olmalıdır?

Türk Eğitim-Sen nasıl bir sendikadır? Neden kaybetti?

Sendika, Kamu görevlilerinin; ortak ekonomik, sosyal, mesleki hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.

Sendikalar partiler üstü ve ideolojiler üstü bir anlayışa sahip olmalıdır. Bütün siyasi partilere ve ideolojilere eşit mesafede durmalı, örgütlenmedeki en büyük ortak paydası eğitim çalışanı olmalıdır.

Siyasal veya ideolojik kalıplarla kendisini sınırlamamalı, siyasal, ideolojik veya mistik yapılanmayı sendikal harekete vurulan prangalar olarak görmeli, hiçbir eyleminde, söyleminde, bildirisinde veya bülteninde siyasal veya ideolojik motifler bulunmamalı buna izin vermemelidir. Özelliklede kişilerin ve üyelerinin dünya görüşlerine, inançlarına saygılı olmalı, kişisel düşüncelere sınır getirmemelidir.

Türk Eğitim-Sen olarak sendikacılığımızda, anayasamızda da ifadesi bulunan “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal Marşı dır.” değiştirilemez hükümlerine bağlıyız.

Başkalarının fıtratında anarşi, terör, yıkıcılık ve bölücülük bulunabilir. Bir başkaları da din kisvesi altında aynı şeyi yapabilir. Bizim fıtratımız adaleti, aydınlanmayı, sevgiyi, iyiyi, güzeli, doğruyu, samimiyeti, hoş görüyü, yardımlaşmayı ve dayanışmayı ön görür.

Sendikamız "küçük olsun, benim olsun" değil "BÜYÜK OLSUN, HEPİMİZİN OLSUN" görüşündedir Siyasi bir tabana dayanmaz. İdeolojik bir kuruluş değildir. Böyle bir yapılanmayı reddeder. Üyelerinden aldığı güçle haksızlıklara ve yanlışlıklara daima karşı çıkar.

Tıpkı Hz. Ali gibi,

Tıpkı Hz. Hüseyin gibi,

Tıpkı Numan b. Sabit (İmam-ı Azam Ebu Hanife) gibi,

Neden Hz. Ali, Hz. Hüseyin, İmam-ı Azam Ebu Hanife diyoruz?

Çünkü biz, tıpkı onların yaptıkları gibi haksızlık karşısında susmadık, susmuyoruz, susmayacağız. Doğruyu söyledik, söylemeye de devam edeceğiz.

Peki, onlar ne yapmışlardı da kaybetmişlerdi?

Bizim neden kaybettiğimizi anlayabilmek; onların ne yaptıklarını ve neden kaybettiklerini anlayabilmekten geçiyor. Şöyle ki;

Şanlı Peygamberimiz Hz. Muhammet’in vefatından sonra halife olan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’den sonraki halifeyi seçmek için yapılan şûrada, Şûranın reisi Abdurrahman bin Avf Hz. Ali’nin ve Hz. Osman’ın ellerini tutarak önce Hz. Ali’ye sorar:

“Allah’ın Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebu Bekir ve Ömer’in uygulamalarına tabi olarak hareket edecek misin?” .

Hz. Ali “Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacağım, ancak bunun dışında kendi içtihatlarıma göre davranacağım…”  cevabını verir.

Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf aynı soruyu bu kez Hz. Osman’a sorar:

“Allah’ın Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebu Bekir ve Ömer’in uygulamalarına tabi olarak hareket edecek misin?” .
Soru üzerine Hz. Osman kendisini halife yapacak olan cevabı verir:

Allah’ın Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebu Bekir ve Ömer’in uygulamalarına tâbi olarak hareket edeceğim.” Der. Ve halife olarak seçilir.

İnsanoğlunu onuruyla, aklı-mantığıyla, düşüncesi ve özgür iradesiyle karar verebilen, teslimiyetçi biat kültüründen uzak şerefli ve namuslu yapan ana unsur: “görev namusu, omurgalılığı/dik duruşluluğu, düşünce ahlâkı, dürüstlüğü ve idealistliği”dir. 

Ancak alınan sonuçlarla kıyaslandığında ise bedel koca bir “Mağlubiyet” tir. 

Hz. Ali o gün kaybettiğinde, yenilikçi/devrimci fikride eleştiri fikride mağlûp olmuştu…
Kaybettiğinde Hz. Ali o gün, yanlışlıklar ve haksızlıklar karşısında konuşan dili, dimdik duran bedeni, mantık yürüten ve tefekkür eden zihni de kaybetmişti aslında.

Ceddim Muhammed’in dini benim bedenim üzerinden yükselecekse eğer, gelin ey kılıçlar, gelin doğrayın bedenimi” diyen Hüseyin de kaybetti sonra.

Hüseyin’den sonra mazlumların yanında olan ve Halife Mansur’un kadılık teklifini reddederek, zulmü İslâm adına meşrulaştırmayı reddederek zindanlarda işkence ile can veren İmam Hanefi de kaybetti sonra…

O günden sonra hep kaybettik aslında…

İyilerin ve iyiliğin kazanamadığı cenk alanlarında iyiler ve iyilik hep kaybetti…
Yine kaybedeceğiz…

İtiraz etmeyenler, haksızlık karşısında dilleri lâl olanlar, vicdanları kanamayanlar, idrakleri tutulanlar, akıllarını emanete verenler, yüreksizler kazanacak…

Oysa insanlık, bir tek ferdine bile ismini vermediği Nemrutları ve Yezitleri ve onların haleflerini zulüm ve zillet sahifesine,

Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’i, Numan b. Sabit’i ve daha nice mağlupları ise kahramanlar ve ahlâk sahifelerine yazacak… (*)

 

(*) Adnan İSLAMOĞULLARI,28 Mayıs 2014 tarihli Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesinden

 

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir