2016-2017 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI SONA ERİYOR

2016-2017 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI SONA ERİYOR

2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılı sona eriyor. Hem eğitimcilerimiz hem de öğrencilerimiz sorunların gölgesinde bu eğitim-öğretim yılını da tamamladı. Öğretmen açığı, fiziki alt yapı yetersizlikleri, okulların ehil olmayan yöneticilere teslim edilmesi, sözleşmeli ve mülakatlı öğretmen alımı, ücretli öğretmenliğin halen devam ediyor olması, özlük haklarda bir iyileşme sağlanamaması, okullara ayrılan ödeneklerin yetersizliği v.b. birçok sorun 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılına damgasını vurdu.

Sözleşmeli, mülakatlı öğretmen alımı:

Sözleşmeli, mülakatlı öğretmen alımı eğitim hayatımız açısından çok büyük bir sorundur. MEB sözleşmeli öğretmenliği daha önceden uygulamış; 2011 yılında Hükümet hem sendikamız hem de sözleşmeli öğretmenlerin gayretleri ile tüm sözleşmelileri kadroya alarak, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını kaldırmıştı. 2016 yılında geri getirilen sözleşmeli öğretmenliğe bu kez de mülakat eklenmiştir. Bu nedenle öğretmenlikte TORPİLİ OLANIN ATANMA DÖNEMİ başlamıştır.

Mülakat sonuçlarına bakıldığında, mülakat komisyonlarının adil ve şeffaf çalışmadığı, hak ve adalet ilkeleri ölçüsünde puanlar verilmediği görülmüştür. Öğretmen olmak için yıllarca dişini tırnağına takarak çalışan, emek veren insanlar KPSS’de çok başarılı olmasına rağmen mülakatta hayatlarının hüsranını yaşamaktadır. 

Heyecanla mesleğine başlayabilme arzusundaki bu gençlerimiz ne yazık ki henüz öğretmen olmadan torpil bulma arayışına itilmiştir. Misal olarak; KPSS’den 90-95 puan almasına rağmen mülakatta düşük puan verilen adaylar öğretmen olarak atanamazken, KPSS’den düşük  puan alan bir aday mülakatta 90-95 puan aldığı için öğretmen olarak atanmıştır. Hatta son olarak 20 bin atama kapsamında yapılan mülakatta adaylar bir kez daha mağdur olmuştur. Daha önceki mülakatta yüksek puan alan adaylara bu mülakatta çok daha düşük puanlar verildiği olmuştur. Bu bile mülakat uygulamasının ne kadar adaletsiz, sübjektif ve inisiyatife dayalı olduğunu ortaya koymaktadır.

Mülakatlı öğretmen alımı ile liyakat, ehliyet bir kenara atılmış, bunun yerine torpil, adam kayırma ön plana çıkarılmıştır. Öğretmenler birtakım sözde sendikaların baskısı altında kalmaktadır. Gerek mülakat aşamasında gerekse sözleşmeli öğretmen olarak atandıktan sonra öğretmenler üzerinde ciddi bir baskı oluşturulmaktadır. Böylesine kirli yöntemlere başvuranlar bugün için büyüdüklerini zannetseler de, ilerleyen yıllarda arkalarında çok az bir destekçi olduğunu görecektir.

Bu noktada torpil arayışına giren öğretmenlerimizi hiçbir şekilde suçlu olarak görmüyoruz. Suçlanması gerekenler, elbette bu sistemi ihdas edenlerdir. Bir değil, on değil, yüz kere söyledik ve yine söylüyoruz: Fetö, PKK ya da başka bir terör örgütü üyesi ya da sempatizanlarını tespit etmenin yolu mülakat değildir. Sağlam bir güvenlik soruşturmasıyla kimin ne olduğunu anlayabilirsiniz. Komisyonlara ucu açık yetkiler vermek, adayların kaderini objektif, güvenilir ve geçerli olmayan yöntemlere terk etmek en açık şekilde vicdansızlıktır.

Sözleşmelilik de başlı başına yanlış bir istihdam yöntemidir. Öğretmenlerin mesleki yeterlilikleri performans değerlendirmesi ile zaten ölçülmektedir. Bunun için güvencesiz çalıştırma yöntemi getirerek, öğretmenleri 4 yıl sözleşmeli çalıştırmak, 4 yıl sonunda kadroya almak, tayin isteme hakkına 2 yıl da kadrolu çalıştıktan sonra sahip olmalarını sağlamak izahata muhtaç bir durumdur. Sözleşmeli öğretmenlerin tayin hakkı yoktur, atama ve yer değiştirme yönüyle kadrolu öğretmenlerden farklıdır. Sözleşmeli öğretmenler adeta kapı kuludur, modern köledir. Sendikal tercihlerde özgür iradeleri dışında harekete zorlanmaktadır, amirleri ile iyi geçinmek durumundadır, kısacası biat etmek zorundadırlar. Böyle bir istihdam türü, özgür öğretmenler değil, iradeleri kelepçeli öğretmenler yaratır. Sendikamız mülakatlı sözleşmeli öğretmenliğin iptali için yargıya başvurmuştu. Ancak yargı henüz bir karar vermedi. Oysaki emsal kararlar ortadadır. Dolayısıyla süreç uzatılmamalı, sözleşmeli mülakatlı öğretmen alımı mutlaka iptal edilmelidir.

Öte yandan Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, öğretmenlerle ilgili performans ölçümü getireceklerini söylemiştir. Performans ölçümü tıpkı mülakatta olduğu gibi, suistimale, adam kayırmaya, torpile yol açacaktır. Türkiye’de perfomans, mülakat v.b. uygulamalara objektif kriterler getirmeniz mümkün değildir. Dolayısıyla bu uygulama hiçbir şekilde öğretmenlerin gelişimine olumlu katkı sağlamayacaktır.

Türk Eğitim-Sen olarak, öğretmenlere yönelik uygulanacak ve sübjektif ölçüler ihtiva edecek performans ölçümüne karşı olduğumuzu ve buna karşı mücadele yürüteceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Öğretmen atamaları:

Öğretmen atamaları ihtiyaca göre yetersiz kalmaktadır. 2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılında Milli Eğitim Bakanlığı 18 bin 506 sözleşmeli öğretmen atamasını yaptı. MEB, 20 bin 127 sözleşmeli öğretmen ataması daha gerçekleştirilecektir. Bununla ilgili sözlü sınavlar da yapılmıştır. Ancak öğretmen açığı 18 bin, 20 bin atama yapılarak giderilemez. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz 96 bin 68 öğretmen ihtiyacımız olduğunu söylemişti. Öte yandan sendikamızın Şubat ayında yaptığı araştırmaya göre ülkemizdeki ücretli öğretmen sayısı 81 ilde 63 bin 829’dur. Üstelik ücretli öğretmenlerin 27 bin 409’u eğitim fakültesi mezunu, 27 bin 936’sı lisans mezunu (eğitim fakültesi hariç), 8 bin 484’ü ön lisans mezunudur. Ücretli öğretmenler girdiği ders başına ücret almaktadır, hiçbir özlük hakkına da sahip değillerdir. Ayrıca iki yıllık meslek yüksek okulu mezunlarının da ücretli öğretmenlik yaptığı göz önüne alındığında, ücretli öğretmenliğin kaliteyi, verimi düşürdüğü aşikardır. Bu ülkede öğretmen ihtiyacı ücretli öğretmen eliyle giderilmeye çalışılıyorsa, bu eğitimimizin geleceği açısından vahim bir durumdur. Öyleyse ihtiyaca uygun atama yapılmalıdır. Talebimiz son alınacak 20 bin 127 öğretmene ilaveten 2017 yılı sonuna kadar 60 bin öğretmen alımı daha yapılmasıdır. Unutulmasın ki, tekli eğitime 2019’a kadar geçilmesi planlanmaktadır. Bu süreçte gerek derslik gerekse öğretmen açığının mutlaka giderilmesi gerekmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı eğitimde tam gün dönemine geçmek için tüm tedbirlerini almalı, derslik sayısını ihtiyaç doğrultusunda artırmalı, öğretmen açığını mutlaka gidermelidir.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere hiçbir şekilde sözleşmeli ve mülakatlı atamayı doğru bulmuyoruz. Tüm atamalar sadece KPSS puan üstünlüğüne göre ve kadrolu olarak gerçekleştirilmelidir.

Yönetici atamaları:

Yönetici atamaları hala en büyük tartışma konularından bir tanesidir. Yazılı sınav yerine mülakatla alınan yöneticiler nedeniyle okulların bir kısmı işinin ehli olmayan insanlara teslim edilmiştir. Hatırlanacağı üzere ödülleri ile göz dolduran, başarılarıyla adından söz ettiren okul yöneticilerinin bir gecede bu unvanları ellerinden alınmıştı. MEB’in 2014 yılında getirdiği sistem ile okul müdürleri mülakat ve değerlendirmeyle, okul müdür yardımcıları, müdür başyardımcıları müdür inhası ile görevlendirilmeye başlanmıştı. Türk Eğitim-Sen’in açtığı dava sonucunda yargı, müdür yardımcılığı ve müdür baş yardımcılığı görevlendirmelerinde yazılı sınav getirilmesine karar vermiş, dolayısıyla bu görevlendirmeler sadece yazılı sınav ve puan üstünlüğüne göre yapılmaya başlanmıştı. Öğretmenler bu sistemden çok memnundu, çünkü sadece yazılı sınav puanına göre görevlendirme hak edeni iş başına getiriyordu. Ancak Bakanlık, Nisan ayında çıkardığı bir yönetmelikle müdür yardımcılığı görevlendirmelerine de mülakat sistemi getirdi. Okul müdürlüğü görevlendirmelerinde ne dolaplar döndüyse, hangi listeler elden ele dolaştıysa, kul hakkı nasıl yendiyse, torpiller nasıl çarpıştıysa, siyasi, ideolojik unsurlar nasıl baz alındıysa, şimdi de okul müdür yardımcılığı ve müdür baş yardımcılığı görevlendirmelerinde benzer haksızlıklar yaşanacaktır. Bu sistemle okullar paralel çetelere teslim edilmekte, işini layıkıyla yapan, hak eden insanlar devre dışı bırakılmaktadır. Yandaşlar her türlü kirli oyunu tezgahlayarak, kendi üyelerinin liyakate bakılmadan makamlara getirilmesini sağlamaktadır. Yalnız şunu da belirtelim; tıpkı Fetö’de olduğu gibi, bu malum yapı, devlette bir paralel yapı oluşturmaktadır. Bir paralel yapıdan kurtulurken, ikinci bir paralel yapıya devletimiz asla müsaade etmemelidir. Zira benim adamım olsun mantığının her alanda Türkiye’yi getirdiği nokta ortadadır. Hal böyle olunca atamalarda, görevlendirmelerde ilk dikkate alınması gereken husus; yandaşların değil, hak edenlerin makamlara getirilmesidir.

Öte yandan MEB mahkeme kararlarına uymamaktadır. Dava kazanan birçok yönetici görevine döndürülmemiştir. Tüm bunlar MEB’de işlerin nasıl da adalet ölçüsünden uzak yürütüldüğünü ortaya koymaktadır. Sendikamız, bu konuda da yargıya götürülmesi gereken hangi husus var ise bunu eksiksiz yerine getirmektedir. Haksız yere görevden alınan yöneticilerle ilgili mücadelemiz sürmektedir.

Müfredat taslağı:

Milli Eğitim Bakanlığı müfredatta değişiklik yapmak için bir taslak çalışma hazırlamıştı. Bu çalışma paydaşların görüşüne açılmış, sendikamız da bir komisyon oluşturarak, taslakla ilgili görüşlerini hazırlayarak Milli Eğitim Bakanlığı’na göndermişti. MEB’in gelen eleştiriler ve görüşler doğrultusunda taslakta bir düzenleme yapıp yapmadığını müfredat kamuoyuna açıklanınca göreceğiz.

Müfredatların çağın ihtiyaçları doğrultusunda değişmesi normaldir, hatta gereklidir. Bu noktada önemli olan husus, eğitimimizi dünya ülkeleri ile rekabet edebilir düzeye getirebilecek, dünya ölçekli sınavlarda başarı sağlamamızı sağlayacak, çağdaş, milli, bilimsel, ötekileştirmeyen bir anlayışla müfredat programı hazırlanmasıdır. Aksi taktirde siyasi öncelikleri gündeme getiren ya da ilmi temelleri olmayan bir müfredat ülkemizi dünyadan koparabilecek, eğitimimizi kısır tartışmalara sürükleyebilecektir.

Bilindiği gibi müfredat taslağı ile ilgili kamuoyuna yansıyan en büyük tartışma Atatürk konuları ile ilgili olmuştur. Türk milletinin gerek geçmiş gerekse yakın tarihini çok iyi bilmesi, olayları doğru tahlil edebilmesi gerekmektedir. Bu noktada Türk tarihini değiştiren Atatürk döneminin eksiksiz, doğru bir şekilde öğretilmesi milliyetçi, vatansever, bayrağına sahip çıkan, şehitlerimizin değerini iyi bilen gençler yetiştirmemiz noktasında çok önemlidir.

Bu ülkeyi işgalcilerden temizleyen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran, ülkemizi müreffeh bir ülke yapmak için varını yoğunu ortaya koymuş olan Büyük Atatürk hem askeri bir deha hem de eşsiz bir kurucu liderdir. Her Türk evladının Atatürk’ün değerini bilmesi, ilke ve inkılaplarını özümsemesi, bu toprakların nasıl vatan yapıldığını çok iyi öğrenmesi Türk milletinin bekası için de hayati öneme sahiptir. Bu noktada müfredatta Atatürk ile ilgili konularda, herhangi bir daraltma, eksiltme hiçbir şekilde yapılmamalıdır.

Son yaşananlardan da görüldüğü üzere ülkemizde Atatürk düşmanları sinsi faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdürmektedir. Bunların içinde sahte tarihçiler de vardır, dini kullanan aymazlar da, sıradan vatandaşlar da…. Atatürk’ü sözüm ona değersizleştirmeye çalışan, Atatürk’e, O’nun çok değerli annesi ve manevi kızına iftiralar atan, heykellerine saldıran bu güruh toplum tarafından nefretle karşılanmaktadır.

Bu ahlaksızlar, şeref yoksunları Atatürk düşmanıdır, Cumhuriyet düşmanıdır, millet düşmanıdır, devlet düşmanıdır, vatan düşmanıdır, bayrak düşmanıdır. Ülkemizin kurucu değerlerine saldırıda bulunan bu soysuzların en ağır şekilde cezalandırılmasını talep ediyoruz.

Unutulmasın ki; gençlerimizin tarih şuuruyla yetiştirilmesi, Atatürk’ü anlaması, Atatürk ilke ve inkılaplarını kılavuz edinmesi, böylesi şeref yoksunlarını tarihin tozlu sayfalarına gömecektir.

Öte yandan bir hususu da daha dile getirmek istiyoruz: Müfredatlar elbette eğitimimize yön vermektedir. Ancak en az müfredat kadar önemli olan bir şey vardır ki, o da öğretmen yetiştirmektir. Eğitim fakülteleri sürecinden başlayan kaliteli öğretmen yetiştirme sistemimiz var mı? Atandıktan sonra öğretmenleri hizmet içi eğitimlerle çağın ihtiyaçlarına uygun donatıyor muyuz? Öğretmenlerimiz teknolojik gelişmeleri, alanları ile ilgili yayınları, raporları takip ediyor mu? Öğretmenlerimiz yeni öğretim yöntemleri konusunda bilgilendiriliyor mu? Öğretmenlerimizi gerek maddi gerekse özlük hakları açısından mutlu, huzurlu kılabiliyor muyuz? Öğretmenlerin itibarlarını artırabiliyor muyuz? Okul yöneticilerimiz ehil mi, liyakatli mi, sağlam bir yönetici atama sistemi oluşturabiliyor muyuz? Bu sorular eğitim hayatımız açısından büyük önem taşımaktadır. Müfredatla birlikte eğitimin öğretmen ayağını asla ihmal etmemeli, öğretmenlerimizi hak ettikleri konuma taşımalıyız.

Öte yandan 12 yıldır kullanılan bitişik eğik yazının kaldırılması da olumlu bir gelişmedir. Öğrenciler bitişik eğik yazı ile yazmakta zorlanmakta, hatta öğretmenler öğrencilerin yazılı kağıtlarını bile okuyamamaktaydı. Yetenek gerektiren bitişik eğik yazı uygulaması nedeniyle öğrencilerin derse ilgisi azalmakta, okuldan soğumaktaydılar. Hele hele yeni yeni kalem tutmayı öğrenen ilkokul 1’inci sınıf öğrencilerimiz için bitişik eğik yazı uygulaması adeta işkence halini almaktaydı. Bu noktada bitişik eğik yazı yerine yeniden dik temel harflere geçilmesi ve bitişik eğik yazının ilkokul 3’üncü sınıfta güzel yazı dersi kapsamında öğretilmesini sendika olarak destekliyoruz.

Özür grubu tayinleri:

İl içi tayinlerle ilgili yıllardır problem yaşanmaktadır. Buna rağmen MEB çözüm için bir adım atmamıştır. İl içi tayinler konusunda belli bir yıl ve belli bir kilometreyi esas alarak bir çözüm bulunabilir. Zira il içi tayinlerde her yıl bir umutla aile bütünlüğünü sağlamak isteyen ancak bir türlü gerçekleşmeyen insanların motivasyonu azalmakta, iş verimliliği düşmektedir.

Türk Eğitim-Sen olarak iller arası isteğe ve zorunlu çalışma yükümlülüğüne bağlı yer değiştirme işlemlerinde boş kontenjanların tümünün açık gösterilmesini talep ediyoruz. Zorunlu hizmet süresini çoktan tamamlamış olmasına rağmen kontenjan yetersizliğinden iller arası yer değişikliği yapamayan, 10-15 yıldır zorunlu hizmet bölgesinden ayrılamayan çok sayıda öğretmenimiz bulunmaktadır. Bu öğretmenlerimiz açısından boş kontenjanların tamamının açık gösterilmesi çok önemlidir. MEB’e konuyla ilgili sendikamız bir yazı göndermiştir. Talebimizin dikkate alınması bu konuda mağduriyet yaşayan öğretmenlerimizi rahatlatacaktır.

Ayrıca özür grubu tayinlerinde il/ilçe emri hakkı da mutlaka getirilmelidir. Aile bütünlüğü verimli çalışmanın vazgeçilmezidir.

Rotasyon:

Milli Eğitim Bakanlığı Nabi Avcı döneminde 2015 yılının Ağustos ayında rotasyon uygulamasından vazgeçtiğini açıklamıştı. Son aylarda MEB yetkilileri rotasyonu yeniden gündeme getirdi. Gerek Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz gerekse MEB bürokratları rotasyonu uygulayacaklarına dair açıklamalar yapmaktadır. MEB’in rotasyon yanlışından dönmeyeceğini görmüş bulunmaktayız. Oysa MEB’in büyük hevesle gerçekleştirmeyi istediği rotasyon hem öğretmenler hem de eğitim sistemiz açısından felaketleri beraberinde getirecektir.

Türk Eğitim-Sen olarak hem iller arası hem de il içi rotasyonu desteklemiyoruz. Rotasyon, tekdüzeliğin ortaya çıkardığı verimsizliği gidermek için personele uygulanan bir tedbirdir. Ancak öğretmenlerimiz için bir tekdüzelik hiçbir zaman söz konusu değildir. Bir öğretmen her yıl yeni bir öğrenci ve veli profili ile karşı karşıya gelmektedir. Dolayısıyla öğretmenlerimize rotasyon uygulamasının hiçbir geçerli ve faydalı bir gerekçesi yoktur.

Ayrıca diğer yandan rotasyonun aileleriyle birlikte yüzbinlerce öğretmen için göç anlamına geleceğini her fırsatta söylüyoruz. Rotasyonu destekleyen özellikle genç arkadaşlarımıza seslenmek istiyoruz: Rotasyon merkeze gelmenin yolu değildir. Hatırlarsanız rotasyon uygulanacağı zaman ilçe grupları oluşturulmuştu. Sadece ilçe grupları arasında değişiklik yapılacaktı. Örneğin Nallıhan ilçesinde görev yapan bir öğretmen 92 km uzaklıktaki Güdül'e gitmek durumuyla karşı karşıya kalabilecekti. Yani Nallıhan’daki öğretmen Çankaya ya da Altındağ ilçesine gelemeyecekti. Dolayısıyla şu an yürütülen çalışmanın, bundan önceki rotasyon çalışmasından farklı olmayacağını biliyoruz. Bu minvalde öğretmenlerimiz neye destek verdiğini çok iyi bilmelidir. Tüm bunların yanı sıra rotasyon, zorunlu hizmet görevini tamamladıktan sonra bulunduğu okulda istediği kadar çalışma hakkının kaybedilmesine yol açmaktadır. Bu öğretmenlerimiz en önemli haklarından biridir. Öğretmenlerimiz göz göre göre bu kazanılmış hakkının elinden alınmasına izin vermemelidir. Mahrumiyet bölgelerinde çalışmayı özendirmek için de yıllardır dile getirdiğimiz mahrumiyet hizmet tazminatı uygulaması da mutlaka gerçekleştirilmelidir.

Fetö soruşturmaları:

Bu eğitim-öğretim yılı 15 Temmuz hain darbe girişiminin gölgesinde başladı. Sendikamız 15 Temmuz darbe girişimini ilk günden bu yana lanetlemiş, Türk milletinin bekasını hedef alan alçakların en ağır şekilde cezalandırılmasını talep etmişti. Tüm alanlarda olduğu gibi eğitim hayatımızda bu hıyanetten fazlasıyla etkilendi. Özellikle eğitim camiasında on binlerce kişi açığa alındı ya da ihraç edildi. Bu görevden almalar nedeniyle okullarda öğretmen ve idareci açığı daha da arttı.

Ne yazık ki bu süreçte ciddi haksızlıklar yaşandı. Fetö ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kimi kamu çalışanları, öğretmenler, eğitim çalışanları Fetöcü suçlamalarına maruz kaldı. Sendikamız masum insanların ve ailelerinin bu süreçten etkilenmemesi, sağlam bir soruşturma yapılması, art niyetli kişilerin bu sürece müdahil olmaması için birçok kez uyarıda bulundu. Ancak bugün geldiğimiz noktada uyarılarımız dikkate alınmadı ve birçok masum çalışan ve ailesinin de canı yandı.

15 Temmuz ihanetinin suçlularını bulmak, cezalandırmak için ilan edilen OHAL’in amacının dışına çıktığını görüyoruz. Zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve devlet yetkilileri de Fetö’cü olarak suçlananların bazılarının alakası olmadığına dair açıklamalar yaptılar, hatta zaman zaman göreve iadeler de yapıldı ama hala birçok masum insan mağdur durumdadır.. Amaç gerçek suçluları bulmak ise insanlara kendilerini savunma hakkı mutlaka verilmeli, evrensel hukuk kuralları dikkate alınmalı, adil yargılama yapılmalı, yargısız infazlara izin verilmemelidir. Aksi taktirde hukuk kaidesi dışında yapılan her uygulama vicdanları yaralamaktadır. Bu minvalde kurulan OHAL komisyonunun özellikle ihraçlarda uygulanan kriterleri değiştirme ve esnetme yetkisi olmalıdır. Meslekten ihraç kriterleri maalesef hukuka uygun değildir. Sendikaya üye olma ya da bankaya para yatırma gibi anlamsız kriterler kaldırılmalıdır. İhraç kriterleri değiştirilmediği müddetçe daha çok insan mağdur olacaktır. OHAL'in getirdiği yetki dayanaksız, keyfi kullanılmamalıdır ve Türkiye artık normalleşme sürecine dönmelidir.

Diplomaya bağlı alan değişikliği:

Diplomaya bağlı alan değişikliği mutlaka yapılmalıdır. MEB’in diplomaya bağlı alan değişikliği yönetmelikte olmasına rağmen 3 yıla yakın bir süredir uygulamıyor. Oysa MEB’in bu konuda çalışma yaptığı duyumunu almıştık. Ancak bugüne kadar bu talebin yerine getirilmesi ile ilgili olumlu bir gelişme yaşanmadı. Oysa her yıl belli sayılarda kontenjan açılarak alan değişikliği talebini zamanla ortadan kaldırabilir. MEB artık bu öğretmenlerimizin feryadına kulak vermelidir.

PDR öğretmenlerinin sorunları:

Sendikamız rehberlik hizmetlerinin daha etkin ve verimli yürütülmesi için alınacak her türlü tedbiri desteklemektedir. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yönetmeliği’nde değişiklik yapılacağına, yönetmelikte rehber öğretmenlerin nitelikleriyle örtüşmeyen hususlara yer verileceğine dair birtakım duyumlarımız vardır. Hatta bununla ilgili sendikamız Nisan ayında MEB’e de yazılı olarak başvurmuş, ayrıntılı bilgi verilmesini istemişti.

Bilinmelidir ki; rehberlik faaliyetleri öğrenci-veli-okul koordinasyonun sağlanmasında hayati öneme sahiptir. Buna rağmen rehber öğretmenlerimiz yıllardır ikinci plana atılmakta, görev tanımları dışında çalıştırılmakta, angarya işlerle adeta cezalandırılmaktadır. Zaten rehber öğretmenlerin asli işleri nedeniyle üzerlerinde ciddi bir yük bulunmaktadır. Bunun üzerine angarya işler eklenmesi rehber öğretmenlerin sorunlarını artırmaktadır. Dolayısıyla MEB rehber öğretmenlere yönelik bu tür uygulamalara son vermelidir. Öte yandan yönetmelik değişikliği ile rehber öğretmenlerimizin etkisini azaltmaya yönelik hiçbir girişimi de kabul etmeyiz. Bu noktada MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü bu noktada kafasına göre hareket etmemeli, sendikaların, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ve rehber öğretmenlerini görüşünü almalı, okullarda rehberlik faaliyetini zayıflatacak hiçbir girişimde bulunmamalıdır.

Öğretmenler, hizmetliler, memurlar, teknisyenler, daktilograflar, kısacası tüm eğitim çalışanları hak ettikleri ücreti almalıdır. Yardımcı hizmetler sınıfının görev tanımı yapılmalı, bu insanlara angarya işler yüklenmemeli, yükselmelerinin önündeki tüm engeller kaldırılmalı, gerekli eğitimini tamamlamış olanların bir defaya mahsus olmak üzere Genel İdari Hizmetler Sınıfına geçmeleri sağlanmalıdır.

Bu vesileyle tüm bir yıl boyunca emek veren, ter döken tüm eğitim çalışanlarımızı tebrik ediyor; hem eğitimcilerimize hem de öğrencilerimize iyi tatiller diliyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir